Bir tren bekliyorsun. Sizi uzağa götürecek bir tren... Bazen hayattan kaçmak isteriz hepimiz bekleriz o treni uzaklaşmak için, dinlenmek için ve kendimizi bulmak için. Uzaklaşmak çözüm müdür bilinmez belki de uzaklaşamadıkları için sanatçılar sanata adadı kendini düşüncelerini ve hayallerini aktardılar tablolarına ya da rüyalarını biçimlendirdiler muhteşem resimleriyle... Filmde tam olarak bunu aktarıyor bizlere sanatın rüyasını. Özet olarak;
Film, akrobat ve dublör Mimi ile Dedektif Kowalski arasındaki kovalamaca ile başlıyor. Mimi bir kleptomani (çalma hastalığı) ve bu durumdan oldukça rahatsız. Bu rahatsızlığını tedavi etmek adına Ruben Brandt isimli ünlü sanat psikoterapistine gidiyor. Fakat Ruben'in durumu da hiç iç açıcı değil çünkü yaşamakta zorlandığı işitsel ve görsel halüsinasyonlardan dolayı hayatı çekilmez bir hal alıyor. Fakat tedavi ettiği hastalarda var ve olaylar Mimi'nin o kliniğe gelmesi ile başlıyor.
Doktorun rahatsızlığı öyle bir boyuttaki genelde sevdiği tabloları halüsinasyon olarak görüyor ama korkutucu şekilde olan halüsinasyonlar ve filmin akışını Mimi belirliyor eğer o tabloları çalıp koleksiyon yaparsak doktor iyileşir diye düşünüyor. Filmde beni etkileyen en güzel detay birden fazla tablo öğrenmem ve müze görmem oldu ( ne kadar animasyon olsa da gerçek gibiydi). Söylemek isterim ki filmin görselliği ve müzikleri harika izlerken bir dakika bile sıkılmayacaksınız animasyon sevmiyorum diyen insanların bile filme aşık olacağını ısrarla vurguluyorum.
DİPNOT: Hopper,Botticelli, Velazquez,Magritte,Picasso,Gauguin,Manet ve Bazille'nin eserlerine bakmanızı tavsiye ederim. Sanatla kalın...